Avni Arbaş, 1940-1946 yılları arasında Güzel Sanatlar Akademisinde Leopold Levy’nin atölyesinde eğitim aldığı sıralarda Yeniler Grubu’nun kurulmasında yer alır. Mezun olduktan kısa süre sonra Fransız Hükümeti’nin bursuyla sonraki otuz yılını geçireceği Paris’e gider, orada sergiler açar ve 1977 yılında Türkiye’ye dönerek çalışmalarına devam eder.
Arbaş, Paris yılları sırasında sanatta öne çıkan birçok akımı inceleme fırsatı bulur ancak bir akımı benimsemektense kendi kişisel dilini yaratmayı tercih eder. Resimde yenilik ve yıkımların peşinde değildir, onu resim sanatını kesintisiz ve kendini yenileyen çizgisi ilgilendirir. Avni Arbaş, formlarının detaylarını eriterek renk lekeleriyle figürü ayrıntılardan temizlenmiş olarak, yalın bir dille vermeyi sever. Bu yaklaşım onu soyutla figüratif resim arasında bir noktaya yerleştirir. Sanatçı, yapıtlarının çoğunda hayatının o döneminde, kendisi için en önemli olan öğeyi seçer ve bu öğeyi resimlerinde motif olarak kullanmayı tercih eder. Arbaş, karşısında gördüğü figürü değil, belleğinde renk ve ışık olarak kaydettiği imgeleri resmeder, algıladıklarını yorumlayarak bir sanat yapıtına dönüştürür. Arbaş’a göre resim “şekiller, gölgeler, hatta lekedir. Yoksa gördüğünü aynen tuvale yansıtmak değil.”
Sanatçı “Tekne” adlı yapıtında ışığı, denizi ve sisiyle birlikte belleğinde yer eden bir tekne imgesini, coğrafyasından bağımsız, yaşayan bir varlık olarak ortaya koyar. Bu şekilde keskin sınırları eriterek tekne ve gemiyi bağlamlarından koparır, onları bir çeşit sonsuzluk duygusu uyandıracak şekilde tanımsız bir uzamın içine yerleştirir. Tuvalde adeta birer leke olarak beliren tekne ve gemi figürleri, hatlarının belirsizleşmesiyle birer izlenim olarak izleyiciye sunulur.
Resim
Tuval üzerine yağlıboya
115 x 195 cm
Dr. Nejat F. Eczacıbașı Vakfı Koleksiyonu
İstanbul Modern Sanat Müzesi / Uzun Süreli Ödünç