51. Uluslararası Venedik Bienali’nden bir seçki "Venedik-İstanbul" sergisi.
SERGİ SPONSORU
Türk Telekom
İstanbul Modern Sanat Müzesi, ikinci uluslararası sergisi "Venedik-İstanbul" ile 51. Uluslararası Venedik Bienali’nden bir seçkiyi, Türk Telekom’un sponsorluğuyla, İstanbul’a getiriyor. Böylece sanat dünyasının değerlerinin belirlendiği Venedik Bienali, 110 yıllık tarihinde ilk kez ülkemize taşınıyor.
"Venedik-İstanbul" sergisi, Semiha Berksoy, Donna Conlon, Bruna Esposito, Regina José Galindo, Guerrilla Girls, Subodh Gupta, Mona Hatoum, Emily Jacir, William Kentridge, Rem Koolhaas, Juan Muñoz, Bülent Şangar, Berni Searle, Valeska Soares, Pascale Marthine Tayou, The Centre of Attention, Joana Vasconcelos, Robin Rhode ve Antoni Tàpies gibi çeşitli ülkelerden dünya sanatçılarının birbirinden farklı sanatsal üretimlerini bir araya getiriyor. Sergi, 18 Ekim 2006- 28 Ocak 2007 tarihleri arasında İstanbul Modern’in çeşitli mekânlarında yer alacak.
Serginin gerçekleşmesinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Tepta Aydınlatma, Sony ve uluslararası destekçilerimiz British Council, Mondriaan Foundation Amsterdam, Goethe Institut İstanbul, İtalyan Kültür Merkezi ve Hollanda ve İsveç Başkonsoloslukları katkıda bulundular.
Venedik Bienali, bir dizi ulusal pavyon ile güncel sanat alanında çalışan uzmanlar tarafından düzenlenen bir Uluslararası Sergi’yi bir araya getiriyor. Ülkeler tarafından düzenlenen ve her tür finansal desteğinin de yine ülkeler tarafından sağlandığı ulusal pavyonlar, ülkelerin önemli yerel figürlerini tanıtırken, uluslararası sergi, sanatçıları uluslarına göre ayırmadan, sanatların durumuna ilişkin önemli bir düşünce oluşturma amacını taşıyor. 51. Uluslararası Venedik Bienali’nde, erkek yöneticilerin egemenliğindeki 110 yıldan sonra ilk kez iki kadın küratöre görev verildi. Aynı zamanda İstanbul Modern’in baş küratörü olan Rosa Martínez ve Maria de Corral, iki ayrı sergi gerçekleştirdi. Bienalin ortak küratörü ve İstanbul Modern’in baş küratörü Rosa Martínez’in seçimiyle "Venedik-İstanbul" sergisi, Türk izleyicisine, iki ayrı sergide öne çıkan, son derece ilgi çekici ve etkileyici çağdaş yapıtları İstanbul’da görebilme olanağı sağlıyor.
Küratör Rosa Martínez, "Venedik-İstanbul" sergisinin, sınırların silinebileceğini ve sanatın kentler arasındaki tarihsel, kurumsal ve eğitsel bağları güncelleyen olağanüstü bir araç olabileceğini açıkça yansıttığını belirterek, "Venedik-İstanbul projesi, sanatın, nasıl, bienallerden müzelere doğru seyahat edebileceğini ve bu aktarım aracılığıyla nasıl yeni anlamlar kazanabileceğini gösteriyor" diyor. Martínez, bu etkinliğin, bienalleri ortaya çıkaran uluslararası ruhun, sanat tarihini oluşturmak amacıyla müzelere rahat bir biçimde uyum sağlayabileceğini göstermesi açısından unutulmayacak bir olay olduğunu vurguluyor.
Farklı ülkelerden 20 sanatçı ve grubun yer aldığı "Venedik-İstanbul" sergisinde, çağdaş kadının sorunlarından zorunlu göçe, kentleşmeden tüketim toplumuna, politik kararlara başkaldırıdan cinsel kimlik baskılarına karşı direnişe dek çok çeşitli temalar irdeleniyor ve sorgulanıyor.
"VENEDİK-İSTANBUL" SERGİSİNDE ÇEŞİTLİ ETKİNLİKLER
"Venedik-İstanbul" sergisiyle eşzamanlı olarak, müzenin eğitim bölümü, kütüphanesi ve gösterim salonunda çeşitli etkinlikler yapılacak, müze kafesinde sergiyle bağlantılı olarak İtalyan yemekleri sunulacak. Sergi süresince yapıtları sergilenen sanatçılar, farklı konulara değinen konuşmalar yapacaklar, serginin içeriğine yönelik olarak da çeşitli söyleşiler gerçekleştirilecek.
"Venedik-İstanbul Seyir Defteri"
İstanbul Modern Eğitim ve Sosyal Projeler Birimi, "Venedik-İstanbul Seyir Defteri" başlıklı 6-16 yaş grubuna yönelik yaratıcı bir eğitim çalışması uygulayarak, müze gezisi sırasında çocukların ve gençlerin yapıtların gizemlerini keşfetmelerini sağlayacak. Bu çalışma boyunca çocuklar sergi güncesi tutacak, sanat çalışmalarına katılacak, düşsel mekânlar yaratacak, ses kolajları üretecek, arkadaşlarına rehberlik yapacak.
"Venedik-İstanbul" sergi belgeseli
Serginin gerçekleştirilme sürecini ve sanatçılarla söyleşileri içeren bir belgesel, "Venedik-İstanbul" sergisinde "Çekim Merkezi" sergimizde olduğu gibi, CNN Türk’ün katkılarıyla hazırlanıyor.
İlk kez multimedya turlar başlıyor
Bu sergimizle birlikte İstanbul Modern’de ülkemizde ilk kez Nokia NSeries’in katkılarıyla multimedya turlar başlıyor. Bu çok işlevli rehberlik sistemi ziyaretçilere işitsel tur, sergi görselleri ve belgeseller sunuyor. Bunun yanı sıra görsel ve işitme engelli ziyaretçilere yönelik olarak da yapıtlar hakkında multimedya turu ile bilgi paylaşımı sağlanacak. İstanbul Modern Kütüphanesi’nde ise sergi sanatçılarının yaşamlarına, sanatlarına ilişkin kitaplar ve çeşitli kaynaklar yer alacak.
Venedik Film Festivali’nden seçmeler ve Beckett filmleri
İstanbul Modern Sinema, Petrol Ofisi’nin katkılarıyla, Venedik Film Festivali’nden bir seçki sunacak. Sergi süresince ayrıca hem "Venedik-İstanbul" sergisinde yer alan Nikos Navridis’in "Nefes" adlı yapıtına paralel olarak hem de İrlandalı yazar Samuel Beckett’in 100. doğum yılı dolayısıyla "Beckett Filmleri" dizisi yer alacak. Aralık ve Ocak aylarında, Beckett’in oyunlarından sinemaya uyarlanan, ünlü yönetmen ve oyuncuların yer aldığı 19 yapıt gösterime sunulacak. Aynı zamanda serginin temalarına yönelik filmler ve Dünya İtalyan Dili Haftası’nı kutlamak amacıyla İtalyan Yemek Filmleri gösterilecek.
ÇEŞİTLİ ÜLKELERDEN 20 SANATÇI, 56 YAPIT
Sergi İstanbul Modern’in otopark alanında yer alan, "mimari düşünür" Rem Koolhaas’ın (Rotterdam, Hollanda 1944) günümüz mimarlarına toplumu biçimlendiren mimari eğretilemeler üretmeye yoğunlaşmalarını öneren Genişleme/İhmal adlı projesiyle başlıyor. Mimarlığı toplumsal, ekonomik, teknolojik ve hatta politik konular üzerine düşünmemize olanak veren bir platform olarak gören Koolhaas, bu projesinde Müze’nin işlevini, rolünü ve kozmopolitan kentin geleceğindeki konumunu sorguluyor.
21. yüzyıldaki misyonları, feminizmi yeniden icat etmek olan Guerrilla Girls, "Venedik-İstanbul" sergisine sanat ve popüler kültürdeki ayırımcılığı eleştiren 6 adet büyük boy posterin yanı sıra bu sergi için özel olarak ürettikleri "Türk Kadın Sanatçıların Geleceği"ne kahve falıyla bakan yeni bir büyük boy poster ile katılıyor. Gerçek kimliklerini ve sayılarını gizleyen grup, sivri dille popüler kültürün ve ataerkil toplumların dayattığı kalıpları eleştiriyor.
Heykeli yeniden canlandırma hareketinde Avrupalı sanatçıların en önemlilerinden biri olan Juan Muñoz’un (Madrid, İspanya 1953 - İbiza, İspanya 2001) Heykel Bahçesi’nde yer alan Birbirine Gülen 13 Kişi adlı yapıtında yer alan gerçekçi ve anlamlı duruşlu figürler, birbirleriyle diyalog halinde anlatısal bir ortam yaratıyorlar.
Mekâna özgü yerleştirmeleri aracılığıyla, küreselleşmeyi, kültürlerarası etkileşimi ve etkilerini kaydeden Pascale Marthine Tayou’nun (Yaunde, Kamerun 1967) tel örgülerin üzerindeki renkli Plastik Torbalar’ı, rüzgarla hareket eden devasa bir resme dönüşebilen rengarenk hareketli bir şölen. Tayou, çöpler ve yeniden kazanım düşüncesine yapılan göndermeler, zamanın uçuculuğunu, mekanın, kültürün ve düşüncenin sonsuz doğasını çağrıştırır. Aşina olduğumuz maddelerin aslında aşırı kullanım nedeniyle kavramsal olarak aklımızdan çıktığına dikkat çeker.
Robin Rhode (Cape Town, Güney Afrika 1976) beyaz tebeşirle, yere, gerçek bir kaldırıma veya tuğla duvarlara bir motif çizer ve bu çizimleriyle etkileşime girerek onları canlandırır. Yapıtı basketbol, break-dans ve grafitinin oluşturduğu kent kültürü bağlamından doğmuştur. Sokak kültürünün öğelerini sanatla buluşturmayı başaran Rhode’un yapıtı, şiddet ve politik belirsizlik gibi toplumsal konuların çeşitliliğini yansıtır. Sık sık Güney Afrika’nın güncel sorunlarına değinse de, yapıtı bugünün dünyasının birbirlerinden çok farklı kültürel ve toplumsal bağlamlarına da kolaylıkla uyarlanabilir.
Son yıllardaki en önemli genç Portekizli sanatçı olarak kabul edilen Joana Vasconcelos (Paris, Fransa 1971) genellikle kadınlıkla ilişkilendirilen gündelik malzeme ve nesnelere yeni anlamlar kazandırır. Kristaller yerine, kılı kırk yaran bir çabayla bir araya getirilmiş yirmi beş bin tamponun kullanıldığı büyüleyici bir avizeden oluşan Gelin adlı yapıtında, kadının günümüz toplumundaki durumunu inceliyor, gelenekle modernlik arasındaki ilişkiyi yoğunlaştırıyor. Vasconcelos mahrem olanı kamusal alana taşıyarak, bizi özel ve kamusal alan arasındaki ilişkiyi yeniden gözden geçirmeye zorluyor.
Donna Conlon (Atlanta, ABD 1966), kendi çöplerimizle kurduğumuz ilişkiyi ele alarak, atılmış nesneleri, plastikleri, dönüştürülebilir ürünleri ya da izmaritleri bir araya getirir ve günümüz tüketim toplumunu, kentleşmeyi ve modern yaşam biçimini yorumlar. Çalışmaları izleyiciyi tüketim toplumunun gerçekleriyle yüzleştirir ve tüketimin de en az üretim kadar kültürel mirasımızın oluşumuna katkı sağladığını zekice anımsatır. Günlük davranışlarda ve atılmış objelerde saklı hikâyeler sayesinde insan davranışlarını tanımlayıp eleştirir. Yaptıkları çevresinde olup bitenin sosyo-arkeolojik bir incelemesi gibidir. Kent Hayaletleri’nde, Panama City’nin kent merkezi siluetini, yalnızca dikkat edildiğinde çöp oldukları anlaşılabilecek bir kompozisyona dönüştürerek, bir takım etik değerleri, açık ama aynı zamanda ironik biçimde iletmeyi başarır.
İlginç şapkaları, çarpıcı ruju, boyalı yanakları ve göze batan iç çamaşırları ile Semiha Berksoy’un (İstanbul, Türkiye 1910 - İstanbul, 2004) her dakikası bir performanstı. Sürekli kendisini ararken, son başyapıtının da yine bizzat kendisi olduğunun farkındaydı. Berksoy, hayatı boyunca hiçbir şeyden, hatta kendinden bile korkmamıştır. Görünüşte idealizmi, kahramanlığı, komediyi ya da geleneğin meydan okuyuşunu temsil eder; ama yapıtları aynı zamanda Berksoy’un hayal, şiir, tutku ve erotizmden oluşan iç dünyası hakkında ipuçları verir.
Güney Afrika’nın en tanınmış sanatçılarından olan William Kentridge (Johannesburg, Güney Afrika 1955), yapıtlarında ülkesinin karmaşık ve şiddet dolu politik geçmişini kara bir mizah anlayışıyla eleştirerek, apartheid döneminin psikolojik yükünün bireyler üzerindeki etkilerine odaklanır. William Kentridge, bugün, ilkel bir sinema biçimi olarak görülebilecek bir teknikle, sürekli bir çizme ve silme işlemine tabi tutarak gerçekleştirdiği canlandırma çizimleri ile tanınıyor. Silginin tamamen yokedemediği gölgeler birer metafor olarak unutulanların ve belleğe kazınanların günlük yaşamdaki etkisini somutlaştırır. Sergide yer alan Aya Seyahat, Gece için Gündüz ve George Méliès için Yedi Fragman başlıklı yapıtlarında, eski film yapım tekniklerini kullanan Kentridge, iki yapıtın isminde de deneysel filmleriyle tanınan George Méliès’e gönderme yapıyor.
Nikos Navridis (Atina, Yunanistan 1958), Nefes adlı video projeksiyonunda, Samuel Beckett’in bir dakikadan az süren ve oyuncular yerine, çöplerden ve arka plandaki nefes alıp vermelerden oluşan aynı adlı oyununa gönderme yapıyor. Çöplerin, ışığın ve özellikle de nefes alıp verişlerin koreografisiyle, yaşamın apaçık bir alegorisini yaratıyor. İzleyici, zemine yansıtılan çöplerin üzerinde hareket ederek, bu sürecin içine katılır. Navridis’in yapıtı, Beckett’in metafizik, performans ve özellikle de insan bedeniyle ilgili düşüncelerini bir adım ileri götürerek, yaşamın kırılganlığına vurgu yapıyor ve bize, ölümün yakınlığını anımsatarak, yaşam ve ölümün iç içe ilişkisinin altını çiziyor.
Valeska Soares (Belo Horizonte, Brezilya 1957), hayaletimsi figürlerin düşsel partnerlerle boş bir dans salonunda dans ettikleri Bu Gece adlı video yerleştirmesinde, tüm duyuları bir arada kullanarak, izleyiciyi, yapıta dahil olan bir katılımcıya dönüştürür. Soares sınırlama ve aşırılık, yapı ve kaos, mantık ve duygu gibi zıtlıkları araştırır ve böylelikle denetim ile tutku arasındaki kırılgan sınırların altını çizer.
Bir sanatçı grubu olan The Centre of Attention, Kuğu Şarkısı’nda müziğin en güçlü ifade biçimi olduğunu göz önünde tutar, insanların kendi cenaze törenlerini düzenlemelerine yönelik yeni eğilimi sorgular ve sanatın ölümsüzlüğü meselesini yeniden ele alır. İzleyici, sanatçı işbirliği ile yaşam ve ölüm, görüntü, ses ve performans bölünür ve yeniden birleştirilir.
Bülent Şangar’ın (Eskişehir, Türkiye 1965) Suret’i, birbirlerinden ince farklılıklarla ayrılan dokuz benzer fotoğraftan oluşuyor. Ortak yönleri, bu görüntülerdeki insanların yüzlerini gizlemesi. Bu fotoğraflarda, sanatçı bizi, görüntünün ne türden bir utancı temsil ettiğini sormaya zorluyor. Şangar, bireyselliğin, cesaretin ve özgürlüğün yok oluşunun nedeni olan bu sessizliği ve edilgenliği suçluyor.
Sanatı, izleyicileri, gündelik ev eşyalarıyla, bedenle, politik ve kültürel bağlamlarla ilişkilerini yeniden değerlendirme konusunda cesaretlendiren video, performans ve büyük ya da küçük ölçekli yerleştirmelerden oluşan Mona Hatoum (Beyrut, Lübnan 1952) "Venedik-İstanbul" sergisine + ve – adlı eseriyle katılıyor. Genellikle şiddet, baskı ve röntgencilik gibi provokatif temalarla uğraşan Mona Hautoum’un yapıtları, insanlık alemini, direnme gücünü ve incinebilirliğini göz önüne alarak inceler. Hatoum’un yapıtı olağanüstü bir yoğunluğa ve hassas bir politik bilince sahiptir, sürekli olarak karşıtlıklarla oynayarak ve tekinsizliklerin altını çizerek, anlam belirsizlikleri üretir. Hatoum’un işlerindeki mültecilik teması, yarattığı objeleri yersizlik ve yurtsuzluk hissi veren rahatsız edici ve sonuçsuz kalmış imgelere dönüştürür.
Katalan sanatçı Antoni Tàpies (Barselona, İspanya 1923), malzemenin dönüştürücü niteliklerini keşfetmiş ve sonuçta ortaya dokusal bir zenginlik çıkarmıştır. Yapıtı, sanatta kendiliğindenliğin önemini ve gelenekten uzak bir doğaçlama gereksinimini vurgular. Tàpies insanla doğa arasındaki ilişkiyi ve toplumda ortaya çıkan belirsizliklerini araştırır. Her zaman, yaşadığı dönemin politik ve toplumsal olaylarının içinde yer alan sanatçının, yapıtı, yalnızca çağdaş değildir; aynı zamanda kendi geçmişinin kaydını da sergiler: "Sanat yaşamdır ve yaşam da dönüşümdür."
Ülkesinde alınan politik kararlara ve dayatılan sosyal kalıplara tepkisini performanslarıyla yansıtan Regina José Galindo (Guatemala City, Guatemala 1974), Venedik Bienali’nde, ’30 yaş altı’ sanatçı kategorisinde Altın Aslan ödülünü alan tek Orta Amerikalı sanatçı. Karşı koyma, cesaret ve cinsel güç, sanatsal biçemini oluşturur. Sanatı aracılığıyla anavatanı Guatemala’nın politik uyuşmazlıklarına tepki veren Galindo, sergiye Ayakizlerini Kim Ortadan Kaldırabilir? başlıklı performansıyla katılıyor.
Çalışmalarının tümünde sınırların varolmadığı bir yaşamı vurgulayan Emily Jacir (Beytüllahim, Filistin 1970) son altı yıldır Ramallah ve New York arasında yaşamış olma deneyimini aktardığı bir tür deneysel belgesel olan Ramallah/New York adlı video eserinde bu iki kentteki kuaför, şarküteri, dönerci ve nargile kafeleri gibi dükkanları göstererek, günlük yaşam manzaralarını kullanarak savaşı farklı bir bakışla belgeliyor. Jacir, bu belirli dönemin belgesiyle, aynı zamanda mültecilerin gittikleri yerlere anavatanlarını taşıdıklarını gözler önüne seriyor. Jacir’in kavramsal işlerinin ortak özelliği, siyasi sınırlar, zorunlu göç, sürgün edilenlerin acıları, dirençleri ve bir Filistinli olmanın ne anlama geldiği üzerine kuruludur. Jacir’in sanatının temelinde, kimlik, küreselleşme ve özgürlük gibi konularda, hareket, yer değiştirme ve dayanıklılık sorgulaması yer alır.
Bruna Esposito, (Roma, İtalya 1960) kolektif bilincimizdeki tanımları değiştirmeyi amaçlıyor, kullandığı malzeme ve objelerin işlevlerini değiştiriyor. Esposito, izleyiciyi, güçlü imgelemi ve açık simgeselliği ile düşünmeye zorlarken çoğu zaman ironiktir. Bu sergide yer alan Şakül ve İnci’de, bir inci ve demir bir şakül, saydam bir ipe bağlı olarak, yere değmeyecek şekilde tavandan sarkıtılmıştır. Genellikle kolye ile ilişkilendirilen inci, narinliği ima eder. İnce bir ipe bağlandığındaysa, imge, yaşamın kırılganlığına dair bir metafora dönüşür. Duvar gibi dikey yüzeyleri belirlemek için kullanılan bir malzeme olan şakül de yer çekimini anımsatır. Minimalist biçemli, barok çağrışımlı bu sarkaç aracılığıyla Esposito, izleyicilere de kendi bakışlarını şekillendirme olanağını sunar.
Hindistan çağdaş sanat ortamındaki disiplin sınırlarını hiçe sayan ender sanatçılardan biri olan Subodh Gupta (Khagaul, Hindistan 1964) ülkesinde giderek yaygınlaşan modern hayat biçimlerini ve bununla çelişen Hint geleneklerin konu edinirken, güncel Batı sanatının formlarını kullanıyor, hızlı küreselleşmenin yarattığı gerilimi yansıtıyor. Gupta, Köri’de, temel malzemesi olan gıdadan yoksun bu "mutfağın" parlak ve saf yüzeyi, yokluk ile varlık arasındaki çelişkinin altını çizer.
Berni Searle’ün (Cape Town, Güney Afrika 1953) geçmişi, Güney Afrika’daki demokrasi hareketinin evrimiyle koşutluk içindedir. Searle, yansıtıcı ve devingen olan fotoğraf yerleştirmeleri ve video çalışmalarından oluşan daha lirik ve samimi yapıtlarıyla tanınıyor. Performansla fotoğraf ve film gibi araçları birleştirmek, Berni Searle’e, kendini süreç içinde yeniden inşa etme seçeneğini tanır. Güney Afrika’nın yakın tarihini belirleyen hızlı değişim bağlamında, sanatçının seçtiği ırk, kimlik ve topluluk gibi temalar, bu performanslar aracılığıyla aydınlığa kavuşturulur. Berni Searle, bu tür temel konuları sorgulamaya ve keşfetmeye yönelik süreklilik gösteren çabasıyla kültürel, ırksal ve estetik değişimin daha yaygın modellerini de keşfeder.
İstanbul Büyük Şehir Belediyesi
Teknoloji Sponsoru Sony
Aydınlatma Tasarımı Tepta Aydınlatma
ULUSLARARASI DESTEKÇİLER
Mondriaan Foundation Amsterdam
Hollanda Konsolosluğu
British Council
İsveç Konsolosluğu
Goethe Institut İstanbul
İtalyan Kültür Merkezi İstanbul