Bir Günlük Festival

Bir Günlük Festival 10 Ocak 2009

70'lerden Bugüne Türk Sineması'nda Erkekler

İstanbul Modern Sinema, Sinema Yazarları Derneği’nin (SİYAD) 2009’un ilk yarısında gerçekleştireceği “Bir Günlük Festival” etkinlik dizisine ev sahipliği yapıyor. SİYAD üyelerinin seçtiği dört film, 10 Ocak 2009 tarihinde İstanbul Modern Sinema’da sinemaseverlerle buluşuyor.

ZAVALLILAR, 1974
Yönetmenler: Yılmaz Güney, Atıf Yılmaz, 72’, Renkli

10 Ocak Cumartesi, 12:00

Yılmaz Güney’in hapse girişiyle yarım kalan ve Güney’in ustası Atıf Yılmaz’ın tamamladığı Zavallılar, Türkiye’de sinemanın ürettiği erkeklik ve mağduriyet portreleri arasında hâlâ benzersiz bir yere sahip. Hiç değilse kışı çıkarabilmek için, tahliye olma zamanı geldiğinde hapishanede kalmak isteyen üç arkadaşın hikâyesini apaçık bir dille anlatan tokat gibi bir film Zavallılar. Hapisten çıktıktan sonra bir parkta oturan Arap, Hacı ve Abuzer’in hikâyelerini geriye dönüşlerle yansıtan film, onları suça sürükleyen koşulları eşelerken, üretim sisteminin dışına atılmış “isimsiz” ve sahipsiz karakterleriyle yoksulluk ve mağduriyeti toplumsallaştırıyor. Hayatta kalabilmenin tek yolunun suç zincirinin bir parçası olmakla sağlanabildiği, ahlakın çıkışsızlık üzerinden belirlendiği bir dünyada, karnını doyurabilmek de borçlu kalmak anlamına geliyor. Bu borcu yalnızca karakterlerine ödetmemeye niyetli bir film Zavallılar; Abuzer, korkudan büzüşmüş bir haldeyken donan filmin son karesinden hâlâ bize bakıyor ve soruyor.
Övgü Gökçe

İKİ BAŞLI DEV, 1990
Yönetmen: Orhan Oğuz, 92’, Renkli

10 Ocak Cumartesi, 14:00

Orhan Oğuz, 80’ler ve 90’larda alışılmamış hikâyelere el atan bir yönetmendi. Kör bir fabrikatörle muhafazakâr ve seçkin erkek değerleriyle yetiştirmek istediği oğlu arasındaki gerilimi anlatan İki Başlı Dev onun en ilginç filmlerindendir. Babayı Türk sinemasında erkeklik temsilleri denince akla gelen belli başlı isimlerden Cüneyt Arkın, oğlu ise ileride Babam ve Oğlum’da genç bir babayı canlandıracak olan Fikret Kuşkan canlandırıyor.
Genç bir kadın, iki erkeğin arasına girerek babanın inşa etmeye çalıştığı erkeklik uzlaşmasını tuzla buz edecektir. Ama film daha fazlasına cesaret ediyor; oğluyla kendisine iki kişilik bir dünya kurmak isteyen babanın oğluna duyduğu neredeyse homoerotik şefkate de dikkat çekiyor.
Filmin senaristi o dönemki birçok Orhan Oğuz filminin senaristi olan Nuray Oğuz’dur, dolayısıyla film dikkatli bir kadın gözünden izlenen bir erkeklik hikâyesidir. Prodüksiyon kalitesiyle ve müziğiyle de dikkat çeken İki Başlı Dev, ticari sinema ile sanat sineması arasında ilginç bir yere sahiptir.
Fatih Özgüven

GEMİDE, 1998
Yönetmen: Serdar Akar, 110’, Renkli

10 Ocak Cumartesi, 16:00

Şimdilerde iki ayrı geminin yolcuları olan Serdar Akar ve Önder Çakar’ın başı çektiği Yeni Sinemacılar’ın ilk projesi Gemide, erkekler dünyasının iki arada bir derede kalmışlığını olanca gerçekliğiyle verirken, sert ama “doğru” vurgularıyla da dikkat çekiyor.
Ortalarına “bomba” gibi düşen bir kadının varlığıyla kendi kimlikleri (ya da kimliksizlikleri) üzerine keskin ipuçları vermeye başlayan ve giderek çözülmeye başlayan dört erkek, kadını bir “düşman” gibi görmenin getirdiği bozulmadan da nasipleniyor ve birbirleriyle olan “güvensiz” ilişkilerini gözden geçirmeye başlıyorlar hikâyede. Gemide, sokak ağzını otosansür uygulamadan kullanmasıyla da anlatmak istediğini “zorlu bir izleme süreci” vaat ederek destekliyor.
Erkek denen yaratığın üzerinde tepinme antrenmanı gibi de görülebilecek olan film, onun kadınla yaşadığı imtihandan çakacağını baştan hissettiriyor, sonrasıysa çorap söküğü gibi geliyor.
1990’larla birlikte çıkışa geçen “bağımsız” Türkiye sinemasının kilometre taşı filmlerinden biri olan Gemide, metaforik yaklaşımı ve döneminin ruhunu yansıtan zengin alt metinleriyle bugün bile adından sıkça söz ettirmeyi başarıyor.
Murat Özer

İKLİMLER, 2006
Yönetmen: Nuri Bilge Ceylan, 101’, Renkli

10 Ocak Cumartesi, 18:00

Kahramanımız İsa, tarafları açıkça söylemese de bittiği anlaşılan bir evliliğin erkek tarafı. Yan yana durmamaya özen gösterdiği karısı, başı sıkıştığında kapısını çaldığı bir başka kadın ve bu ikisini bir arada tutan çeşitli yalanlar hayatının başlıca unsurları. (Bir de üniversitedeki unvanı ve odası var.)
İsa’nın sıkıldığı belli, sıkıştığı da belli. Üstelik mekânın Kaş ya da İstanbul olması, havanın yakıcı ya da serin olması tabloyu değiştirmiyor, çünkü söz konusu gerçekler ne geride bırakılabiliyor ne de buhar olup uçuyor. Ama İsa bu durumu değiştirmek için kılını kıpırdatmıyor.
İklimler’i kadınların ve hayatın kontrolünü elinde tuttuğunu düşünen, oysa hayatı kadınların verdiği kararlarla şekillenen bir adamın hikâyesi olarak izlemek mümkün. Dünyaya, kendince imal ettiği bir “hayat (ve insan) kullanma kılavuzu”nun sınırlı, teknik ve donuk penceresinden bakan bir adam bu.
Tam da bu yüzden mevsimler değişiyor, ilişkiler değişiyor, kadınlar değişiyor, oysa adam, yedi iklim dört bucak dolaşsa da, olduğu yerde sayıyor.
Uygar Şirin

İSTANBUL MODERN SİNEMA MÜZE ZİYARETÇİLERİNE ÜCRETSİZDİR.